Çevreme şöyle bir baktım. Ne gördüm? Birbiriyle kavga eden büyük adamlar. Görünürde ne için kavga ediyorlar? Bizim için, insanlık için. İnanmayın! O kavga edenler büyümemiş birer çocuk. Çocukken yarım kalan oyunlarını bitirmek için bizi bahane ediyorlar.
Kiminin elinde kepçeler, vinçler. Kumdan kale yapmak yerine, baraj yapıyorlar. O baraj, bir nehrin arkasında su toplayınca güçlerini ispat etmiş oluyorlar.
Ya o göğü delip geçen gökdelenlere ne dersiniz? Her biri bizim büyük çocukların hiç tatmin olmayan iktidarını simgeliyor. Kimin gökdeleni daha uzun? Maslak, Manhattan... Erk podyumları.
Kimisi elindeki tabancayı hâlâ bırakamamış. Bu sefer elinde uzun namlulu silahlar, son model coplar, keleşler. Oyuncak arabaların yerini şimdilerde tanklar, panzerler ve öteki ölüm makineleri almış. Mahalle kavgaları da tam hızıyla devam ediyor. Suriye kardeş, sen çekil ben geçeyim. Şu İran’a da bir kafa koysak, bütün mahalle bizim.
Bir de kas gücü yerine masabaşı erkini tercih edenler var. Onlara mutlak doğrunun hâkimi diyoruz. Kalkınma endekslerini tarif edenler, kural koyanlar ve nükleer silahları yaratanlar. Bir kısmı şu günlerde Güney Afrika’da bir araya gelmiş, dünyanın kaç derece ısınması gerektiği konusunda hüküm veriyor. Biz de eli kolu bağlı onların ‘dünyamızı kurtarmasını’ bekliyoruz.
* * *
Peki bu çocuklar için ne yapabiliriz? Elindeki oyuncakları alsak, daha kötü oyuncaklar yaratacaklar. Sonuçta oyunun kendisinden hiç bıkmayacaklar.
Belki de anahtar yine bizde. Biz, kendi yaşamımıza sahip çıktığımız an, yöneten de erkini yitirmiş olacak. İnsanın kendi yaşamına sahip çıkışının en güzel örneğine Fırat kıyılarında şahit oldum: Birecik Barajı’nın suları henüz yükselmekteydi. Fırat boyunca uzanan ceviz, zeytin ve fıstık ağaçları kesiliyor, baraj suları evleri yok ediyordu. Ortalık sanki yangın yeriydi. Tüm bu telaşın ortasında yaşlı bir dede gördük. Dede, büyük bir incelikle Fırat kıyısındaki tarlasını ekiyordu. Oysa bu tarlayı birkaç hafta içinde sular kaplayacaktı. Dayanamayıp seslendim: “Dede, dede! Burayı baraj suları kaplayacak. Bilmez misin? Tarlayı neden ekiyorsun?” Yaşlı adam bana döndü ve dedi ki: “Oğul. Sen öleceğini bildiğin babana da bakarsın. Sen olsan bakmaz mısın?” Ey hiç büyümeyen büyük adamlar! Tarlası su altında kalan dede sizin babanız olsaydı ne yapardınız? Nişanlarınızı bir saniye de olsa bıraksanız, siz de çok iyi anlayaksınız. Hepimiz aynı toprağın çocuklarıyız..
Güven EKEN 30/11/2011
30 Kasım 2011 Çarşamba
26 Kasım 2011 Cumartesi
24 Kasım 2011 Perşembe
zorunlu askerlik
Fransız ihtilali zamanında Avrupa ordularındaki subay kadrolarını oluşturan aristokrasi ordudan bertaraf edilince Fransa'da ordu yarıya düştü.Kralı tekrar tahta çıkarmak için Fransa'nın üstüne Avusturya ve Prusya kuvvetleri yürümeye başlayınca ihtilalciler halkı , milletlerini savunmak için silah başına çağırdı .Fransızlarda gitti,çünkü devrimden memnunlardı.Böylece dünya tarihinde ilk kez bir ideolojik dava uğruna hayatını feda etmeye hazır insanlardan oluşan bir ordu çıktı...
Sessizlik öldürebilir
Kimi zaman konuşmamak , harekete geçmemektir .Kimi zaman susmak , boğulmakta olan birini hiçbir şey yapmadan izlemeye benzer.Sessizlik öldürebilir...Kimi zaman sessizlik tonlarca ağırlıktadır.Kendimizi ezilmiş hissederiz.Bu ağırlığın altında kalkmak için , durmadan ,sürekli ,tekrar tekrar yanıtlar ararız .Ama hiç kimse konuşmadığından ,doğru yanıtları bulup bulmadığımızı bilemeyiz.Kimi zaman sessizlikleri ,yaşam boyu omuzlarımızda taşırız;yaşam boyu ararız ve yaşam boyu kendimizi ağır ,çok ağır hissederiz.
labbé
Brigitte Labbé
Kendi özgürlüğümüzü genelin özgürlüğü için kimi zaman azıcık kıstığımız ve ancak bu şekilde hep birlikte özgür olabildiğimiz ideal toplumunu , birebir çocuklarla kurduğu eşit ,özgür ilişkide yaşarken ,parmak kaldırıp söz hakkı verilmeyen sınıflar ,teneffüste güldü diye müdürden tokat yemeler , cetvelin avuçtaki yakıcılığı ve bitmek bilmeyen tarih nutukları ...
Ne çok sustuk ne çok susturulduk çocukluğumuzdan beri .Ve sözcüklere ne kadar geç , ne kadar özel çabayla kavuştuk .Hâlâ nasılda hasretiz layıkıyla kendimizi ifade edebilmeye ve gönlümüzce susabilmeye...
23 Kasım 2011 Çarşamba
Dersim isyanı kronolojisi
Haziran 1925
İsyan dalgası Şeyh Sait ile başladı. Bu isyan kanlı bir şekilde bastırıldı, Şeyh Sait İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı ve idam edildi. Devlet artık bu bölgeye hep şüphe ile bakmaya başladı.
Ocak 1936
Geniş yetkilerle donatılan General Abdullah Alpdoğan, bölgeye gönderildi. Dersim, Elazığ ve Bingöl illerinde sıkıyönetim ilan edildi. Yaptığı ilk iş, kışla inşa etmek oldu.
Ocak 1937
Seyid Rıza, oğlu İbrahim’i Alpdoğan’a göndererek kanın durdurulmasını istedi. İbrahim, dönüşte Alpdoğan’ın emriyle öldürüldü. Seyid Rıza 100 kişilik silahlı gücüyle bir karakolu bastı.
Nisan 1937
Askeri harekât resmen başladı. Bölgeye halkı teslim olmaya çağıran bildiri atıldı. Bildiride, “Teslim olun. Yoksa Cumhuriyet’in kahredici orduları tarafından mahvedileceksiniz” deniliyordu.
Eylül 1937
Çok kan döküldüğünü gören Seyid Rıza, “Canına bir zarar gelmeyecek” sözü üzerine teslim olmaya giderken 12 Eylül 1937’de adamlarıyla beraber tutuklandı. Sonra da idam edildi.
Haziran 1938
Yeni bir askeri harekât daha başlatıldı. Oldukça kanlı olan bu harekatta resmi rakamlara göre 13 bin kişi öldü. Tarihçilere göre ise üç yılda ölen Dersimlilerin sayısı 50 bine yakındı
20 Kasım 2011 Pazar
nazım hikmet ran --- iyi ki doğdun
O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruli
hanımeli
açan bir ev.
Bir dev gibi seviyordu dev.
Ve elleri öyle büyük işler için
hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruli
hanımeli
açan evin.
O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruli
hanımeli
açan eve.
Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruli
hanımeli
açan ev..
10 Kasım 2011 Perşembe
Atsushi Miyazaki
23 Ekim tarihinde meydana gelen 7.2 büyüklüğündeki depremin ardından yardım çalışmalarına katılmak amacıyla binlerce kilometre uzaktan, Van'a gelen Japon doktor Atsushi Miyazaki, 5.6'lık sarsıntıda yıkılan Bayram Otel'in altında kaldı. Enkazdan çıkarılan Miyazaki yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı.
8 Kasım 2011 Salı
boyacı çocuk
dışarıda buzdan bir hava
ve kalleş bir rüzgar var
boyacı çocuk üşüyor
soğuktan değil ha
parasızlıktan hiç değil
bir yalnızlıktan
bir yarınsızlıktan
6 Kasım 2011 Pazar
Apocalypto
İliklerine kadar hüzne bulanmış bir adam...
... yalnız başına oturuyordu.
ve bütün hayvanlar onun yanına gelip şöyle dedi:''seni bu kadar üzgün görmek istemiyoruz''.
Bize ne istediğini söylersen belki sana yardımcı olabiliriz.
Adam şöyle dedi:iyi bir görüş gücüne sahip olmak istiyorum.
Akbaba cevap verdi:Benimkini alabilirsin
Adam güçlü olmak istiyorum dedi
jaguar cevap verdi: Benim gibi güçlü olabilirsin
Sonra adam şöyle dedi:Yeryüzünün bütün sırlarını bilmek istiyorum.
Yılan cevap verdi:Ben sana onları gösteririm.
böylece bütün hayvanlar arasında devam etti. ve adam onların verdiği tüm hediyeleri alınca oradan uzaklaştı.
Sonra Baykuş diğer hayvanlara dönüp: “ şimdi adam çok şey biliyor ve çok şey yapabilir .
Birden içimi bir korku kapladı.
Geyik dedi ki;” adam ihtiyacı olan her şeye sahip.artık üzüntüsü son bulacak.
ama baykuş cevap verdi: Hayır, ben adamın içinde büyük bir boşluk gördüm.
Onu üzende,ona bunları istetende o.
O almaya devam edip duracak.ta ki dünya ona şöyle diyene kadar: ” Artık sana verecek bir şeyim kalmadı .”Apocalypto
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)